29 Aralık 2011 Perşembe

HATAY GEZİM VE SPEKÜLASYONLAR

HATAY  GEZİM  VE SPEKÜLASYONLAR





Facebook sayfamda gezinirken yeni bir” Mesaj ve arkadaşlık”  isteği ile karşılaştım. İstek yapan arkadaşı daha önce hiç tanımıyordum mesajında merhaba dost diyordu ben Hatay dan Adnan KERİMOĞLU  eriş yazdım sen çıktın Yüksel Eriş’le bir bağın yakınlığın varmı merak ettim diyordu evet yazdım ve ekledim arkadaşımı.

Yüksel hocaya olan saygı ve sevgisini yazıyordu mesajlarında Daha sonraları  dostluğumuz ilerledi. Her zaman methini duyduğum Samandağı festivalini çok merak ettiğimi bir gün mutlaka geleceğimi söyledim sonraları Hatay dan birçok yeni arkadaşlarım oldu facebook ta  Mihriban bacım,  Hasan, Tevfik, Zihni vs onlarca sı  bilindiği gibi ben engelli dernek yöneticisyim o günlerde Hatay şubemiz olan engelliler derneği ile Merkez arasında sorun vardı o meselenin çözümü de dernek olarak bendeydi  çözüm bekliyordu böylece  Hataya gitmek hasıl oldu.
Bu  durumu  Adnan arkadaşla paylaştım geliyorum dedim Başım gözüm üzere kardaşımızsın burada onlarca evin var onur misafirimizsin  geliş gününü söyle ben karşılarım seni dedi.
Bu sıcak konuşma bana cesaret verdi kararım kesinleşti Cahit ÇELİK abimle zaten önceleri görüşüyorduk hatay a gitme fikrim garantilenince daha sık görüşür olduk  ve en kısa zamanda gitmeyi düşünüyorum  demek üzere  yine  evine gittim.
Cahit ÇELİK çocuklar için resim yapma ve boyama sanatıyla ilgili kitapçıklar çıkarmış  hiç satamamış ve tüm kitaplar elinde kalmış  bunalıma girmişti ve bunları  tüketebilmek için başvurmadığı  okul  uygulamadığı taktik gitmediği ilişki kalmamıştı En son burjuva medyasının en çirkinlerine bile müracaat ederek promosyon olarak bari dağıtın  diye yalvarmalarına karşılık dağıtımını sağlayamamıştı .
Sayfamda arkadaş olduğum Mihriban bacı ne zaman geliyorsan söyle biletini ben aldırayım benim misafirimsin asla bırakmam sen yadigârımızsın diye tembih etti  o gün Cahit ağabeyime gittim  biletimi  alınıyor gidiyorum dedim.
Önce Cahit ağabeyim  bana benim şu resim boyama kitaplarımı da götür orada satmaya çalış sen söylersen hepsini tüketirler dedi  satarsan yarısı senin diye ekleyince  ben asla olmaz sana katkı sunmak benim görevim satabilirde sana katkı sunabilirsem çok mutlu olurum Dedim daha sonra bende geleyim mi dedi  Bilmem sorayım dedim Mihriban la telefonlaştım bekle döneceğim  sana dedi 10 dk sonra telefon geldi erkek sesiydi alo dedim  merhaba  ben  Mihraç  dedi kardeşim hataya geliyormuşsun çok sevindim evim senin evindir Hataya indiğinde  telefon et bacım seni alacak dedi.  Kendisine Cahit hoca  da gelmek istiyor  dedim kim Cahit hoca dedi Yüksel ağabeyimin  arkadaşıydı  benim görüştüğüm  tek kişi dedim ve  gelmek istemesinin de nedeni yazmış olduğu resim ve boyama sanatıyla ilgili kitapçıklarını  tanıtıp sizin vasıtanızla tüketmek olduğunu söyledim. Başımın üzerinde yeri var bacıma söyleyin  geliş gidişinizi ayarlasın dedi kitaplar konusunda da hepsini alırım demiyorum  biliyorsun ben Türkiye ye giremiyorum bacıma söyleyin bizim öğretmen arkadaşlarımızın olduğu” okullara vermeye çalışsın” dedi ve biliyorsunuz okullar şuan kapalı ancak açıldığında bırakacağınız kitapları tanıtıp satıla bilenleri satarlar buda bizim hocamıza katkımız olur dedi.
Bu konuşmayı Cahit ağabeyime söylediğimde satışı garanti görmemiş olacak ki  Cahit hatay a gelmekten vaz geçti benle üç takım kitap göndermeyi uygun gördü.
 Bu arada bilindiği gibi İnternet medyada Engin ile Mihraç arasında küfürleşmeler hakaretler ayukka çıkmış milletin azgına  Acil  ismi sakız olmuştu.
Hataya gitmişken  Hatay da ki arkadaşlarla artık Mihraç ın Acil ismini ağzına alması yanlıştır kendisi Arap milliyetçisidir dünyayı Hatay dan ibaret görmektedir herkes gibi acil  söylemini rafa kaldırıp tarihin sayfalarında bırakması gerektiğini söylemeyi kafama koymuştum.

Örnekle izah etmek gerekirse bilindiği gibi
Engin in de Bitkisel durumdaki eşini öylece bırakıp  bir başka hatuna giden  ve Peydahladığı çocuğu cami havlusuna bırakıp kaçan baba konumunda dır  çocuk Suriyelerde  Türkiye de kendi başına “ mendil satarak araba camı silerek “ birazda para yaparak büyümeye çalıştığını görünce ve gittiği kadın (TKEP) dE Engini kapı dışına koyunca  O cami havlusuna bıraktığı çocuk aklına gelmiş eh birazda birikmişi var diye cin fikir yürüterek Tekrar o  çocuğa sahip olmak için  bir şekilde çocuğun Ayakta kalmasını sağlayan kişinin  anasına, avradına, kardeşlerine küfrederek  geri almak için elinden geleni ardına koymamış tir Ve işte bu zihniyette ki kişinin de bu acil isimli çocuğu hak etmediğini söylemek  ve tartışmak adına hataya gidince fikir edinmeyi de kafama koymuştum.
       

15.07.2010 Tarihinde Hataya gitmek için biletimi aldığımı ve yola çıktığımı   Adnan arkadaşıma  söyledim. Ben hataya otobüsten indiğimde beni kimse karşılamadı Adnan ı aradım indim dedim  şu servise bin şurada in  oradan ara ben seni alacam dedi. Öylede yaptım. Servisten indiğim durak Adnan arkadaşın hemen evinin arkasındaymış gelip beni aldı Aksakallı dev cüsseli baba Adnan ı ilk defa görmüştüm heybetinden de çok etkilenmiştim çok babacan çok candan tavırlarla beni evine davet etti. Gittik hoş beş edip acilen yemek ikramı ve çay faslı yapıldı  o ara bir telefon geldi Adnan tamam bacım bendede  kalabilir ama Hüseyin kardeş bilir ona sorayım dedi Hocam  Mihriban  aradı sizi evine davet ediyor dedi.
 Çok heyecanlandım Yüksel ağabeyimin kaldığı eve onun kaldığı yatağı paylaşmak duygusu içimi alev  alev sardı olur gidelim dedim.  Adnan espiriyle karışık hocam bu ne heyecan seni hoş tutamadık mı bu ne acele dedi gülüştük tamam haklısın dedi ve beni alıp Mihriban Bacımın evine gittik  Merdiven başında kalabalık bir ayakkabı görünüyor nedir dedim Festival nedeniyle çok hareketli günler  yaşıyoruz. Gelen tüm yoldaşlar buraya uğruyor az önce  Sanatçı Ferhat TUNÇ geldi yukarıda dediler çok aldırmadım beni de yukarıya çıkardılar  odanın ortasında Mihriban ın  babası (Zeki URAL)koltukta oturmuş Ferhat Tunç  yanına oturmuş  resim çektiriliyordu odaya ben girince  daha da hareketlendi ortam aldığım  terbiye gereği büyüklerimin elini öptüm herkesle tokalaştım bir resimde  ben çektirdim Yaşlı baba ve Ferhat tunç la üçlü

Sonrada odada olan herkesle birlikte resim çekildi daha sonra hoş beş ettik  Ferhat ın vakti kısıtlıydı  ve Yarın kahvaltıda buluşmak üzere kalktı gitti. Biz Mihriban ve ailesiyle baş başa kaldık bacım beni rahat ettirebilmek adına seferber oldu 15 dk sonra iki tane genç geldi eve selamlaştıktan. Mihriban gencin birine dönerek Tevfik Hüseyin hocam bizim hocamızın emanetidir bir hafta buradadır  ne ihtiyacı varsa nereye gitmek isterse programı beraber yapın ayrıca Hatay ın tüm tarihi ve görülmesi gereken her yeri görmesini sağlayacaksın deyip beni Tevfik kardeşime havale etmişti. Saman dağı festivali de başlamıştı Tevfik komitedeydi çok yoğundu ama sen merak etme hocam isteğin harfiyen yerine gelecek dedi ve ilk programımız o gece saman dağı na gitmek isteğimi belirtim akşam yemeğinden hemen sonra bir araba içinde Tevfik kardeşim geldi beni alıp Festivale götürdü. Samandağ da mahşeri bir kalabalık sol adına hayatımda gördüğüm en güzel birliktelik en güzel kalabalık  tüm siyasetlerin pankart ve flamaları büyük bir cadde boydan boya kermes her siyaset kendi dergi yazı ve becerilerinin kardeşçe sergilendiği ve paylaşıldığı bir ortam ayrıca Gurup yorum  dan dolayı müthiş güzel bir konser ve  müthiş bir kalabalık bir ağızdan söylenen marşlar ve şarkıların paylaşıldığı sınırsız bir ortam. Tatlı bir moral sarhoşluğu ile geceyi tamamlamış geri döneceğime  yakın Tevfik arkadaş Mehmet Güzel diye bir arkadaşla  tanıştırdı ve Mihraç a soracağın yönelteceğin her şeyi Mehmet arkadaşa sorar söylersin dedi ve yarın akşam yine burada festivalde oturup konuşalım deyip ayrıldık o gece Mihriban bacım geç olmasına rağmen beni bekliyordu daha önce ağabeyimin kaldığı oda olduğunu onunda burada kaldığını söyledi sende kal dedi çok mutluydum ve sabaha kadar heyecan ve  ağabeyimin düşüncelerine ulaşabilmek yaşaya bilmek adına gözüme sabaha kadar uyku girmedi. Sabah kapının zili çaldı zaten  uyanmıştım  kalkıp giyindim çağırılmak üzere hazır bekliyordum kahvaltıya diye seslendi bacım  aşağıya indim bahçeye mükellef bir sofra kurulmuş masanın bir ucunda Ferhat Tunç ortalarda saz ekibi  karşılarında komşu kadınlar ve çocukları diğer başa da ben oturdum  Kahvaltı başladı espriler  konuşmalar tanışmalar sonrası bu günü resmeyleyelim  dedinildi komşular Ferhat la resim çektirmek için yarış ederken biz bacımla sohbet ediyorduk bir resim benim arkamdan çekildi
Hatay’da benim boyama kitaplarımı satmadılar. Hüseyin’i Ferhat Tunç ile birlikte Zeki
Ural’ın evinde kahvaltı masasına oturtmayı başardılar. Enseden çekilmiş fotoğrafını internete koydular. Ferhat Tunç’la birlikte Zeki Ural’ın yanında Hüseyin Eriş’in fotoğrafını çektiler. “Yüksel Eriş’ten Hüseyin Eriş’e…” diye cazgırlık yaptılar. Canım daraldı,  http://yukseleris.blogspot.com blogu yayına girdi. Blog duyurusunu Engin Erkiner yaptı. Mihrac Ural ile karşı karşıya geldim. Hüseyin Eriş’i Mihrac’ın ağzından aldım.



Nedeni de Ferhat  Tunç un  karşımdaydı o nedenleydi   
 Bende bu güzel ortamın bir bireyi olmak niyetiyle resim çektirdim.  Çekilen resimler Mihraç ağabeye ulaştırılmış ki Mihriban bacım bana dönerek Hocam ağabeyim  diyor ki eğer Hüseyin kardeşim  olur verirse bu resimleri AYRI VARLIK sayfamda  paylaşmak istiyorum ama yok derse koymam bilgisi olsun dediğini söyledi.
Asla sakıncası olmadığını yaptığım şeyin yanlış olmadığına inandığım için geldiğimi resmi paylaşmanın da bir mahsur teşkil edeceğini düşünmüyorum  tabi ki resim  konulabilir dedim.   Daha hataya gelmeden kitaplarının satılmayacağını anlayan Cahit Çelik sotaya yatıp benim gelişimi beklemiş ve  Resim Ayrı varlıkta çıkınca
Hüseyini kullandılar  Mihraç canavarının  ağzından aldım hüseyini gibi Spekülasyonlarına başladı


 Bu arada kendisi de Engin e dergilerle ilgili yalvar yakar olmuş İbrahim e üç beş satınca bir anda Avrupalılara yaltaklığa başlamış hata da  geçen her güzel günümü zehir etmek bir yerlere çamur atarak çirkinleşmeye başlamıştır. Daha önceleri Engin ve Mihraç ın çirkin dillerini eleştiren onları kınayan Cahit daha pis kaba küfürbaz ve daha argo dil kullanmaya başladı neyse Ogün çok güzel geçen bir kahvaltı dan sonra herkes dağıldı Tevfik hocam bana bugün akşama kadar müsaade  ver dergimi çıkaracağım  akşam  tamamen sana amadeyim dedi gitti ama Mihriban bacım bu günü boş geçirmeyelim gel deyip beni iki sok aşağıda bir yere götürdü. Bir eski virane evi göstererek Yüksel hoca bu evde kaldı burada toplantılar yapılıyordu bir gün baskın yapıldı  jandarmalar geliyordu  bak şu duvardan  şu eve kaçtı bu evde  saklandı şu arka kapıdan kaçtı duvar yerinde duruyor da evinde gizlenmesine müsaade eden  aile vefat etmişti tanışamadım ama yan komsudan biri seslendi misafirin mi Mihriban diye he  abla bu kim  biliyor musun dedi komşu kim ki diye seslendi Bu bizim emanetimiz  hani bir hoca vardı tarif etti önce sonra Yüksel dedi ve emin olun o anda a ninemin  gözünden akan yaşı ben gördüm çok etkilendim neden ağlıyor dedim yüksel hocayla bu  bahçede beraber sohbet edip çay içmiştik  er halde anılar canlandı  dedi ve Arapça konuşmalar oldu  o nine sevgiyle bizleri yolcu etti
 Yola esas çıkış nedenim olan engelliler meselesini çözmem gerekiyordu
Saat 14.00 olmuştu Engelliler dernek Başkanını aradım Merkezde belediye parkında bir kahvede buluşmak için hazırlandım oradan bir taksi çağırdı Mihriban tarif etti beni parka bıraktı araç Başkan arkadaşımla  engelliler adına sohbet çözüm ürettik saat 17.00 de Tevfik beni parktan almaya geldi akşam yemeği yedik Festivale  ikinci gece biraz erken gidelim denildi ve erken gittik orada Mehmet le görüştüm oturduk  bu çirkin  kayıkçı kavgasından duyduğum üzüntümü belirttim Mihraç hakkında Acil ismini rahat bırakmasını başka bir isimle isterse devam etmesini Acil hareketinin Yüksel ve Ömür den sonra tamamen nadasa bırakılması gerektiğinin düşüncesinde olduğumu belirtim. Mehmet arkadaş beni iyice dinledi ben iletirim dedi ve Hocam yarın seni bizim fakir haneye bekliyorum almaya geleceğim dedi peki deyip yanından ayrıldım ve Saman dağı  festival inin o güzel coşkusuna katıldım O gece festivalin sanatçısı  Ferhat TUNÇ tu yer yerinden oynadı iğne atsan yere düşmez bir konser di konserin ortalarına doğru  dinleyici arasında müthiş bir hareketlenme oldu boyum kısa olduğundan önce anlayamadım ne olduğunu Adnan kardeşimin kızı  Abi bak sahnede kim var dedi kendime yer açarak ileri geçtim sahnede Ferhat ın yanında Filistinli ilk uçak kaçıran kadın korsanı Leyla HALİT  vardı kendi diliyle konuşmasını yaptı ajitasyon dolu bu konuşmadan sonra dinleyici çıldırdı yaklaşa bilmek  dokuna bilmek için herkes bir birine girdi ben kendimi oradan zor kurtardım ezilmemek için oradan çıkıp Tevfik arkadaşın dergisinin tanıtım yapılan tezgâhına geçip gecenin bitmesini bekledim ve Tevfik ile geri döndüm. İkinci ve festivalde son gecemdi Mihriban bacımın evinde çok sohbet ettik komsularla  konuştuk  ben çok mutluydum gördüğüm ilgi beni mutlu ediyordu hatta bir ara ev halkına  beni yüksel olarak karşıladınız  bu hürmet onun  kıskandım dedim kekse ben  mashar olsaydım bu duyguya sevgiye dedim. Sen bizim kardeşimiz dostumuzsun bu kapı sana her zaman açık burada bir evin olduğunu unutma deyip beni mutlu ettiler. Sabah uyandık kahvaltı sonrası  bu günün programını yaptık bugün Hatay ın meşhur  St. Peter kilisesi  ve  Simon  Stylites manastırıyla başladım  Her tarafını gezdim şehre inip  Arkeoloji  Müzesini gezdim
Resimler çektik  yorgun bir vaziyette döneceğim zaman Mehmet arkadaştan  telefon geldi hocam seni almaya geliyorum dedi.  Mehmet in  köy ünün ismini şuan bilemediğim  evine gittik çok güzel bahçesi olan bir yerdi güzel bir gece yemeği yedik Yüksel ağabeyimden eski ilişkilerden Hatay lı dostların  ağabeyime  olan  tutkusundan  ve şauna kadar Hatay gözlemimden bahsettik çok geç olmuştu Mehmet yarın karpuzları tezgâha bırakacağım yani erken kalkacağım sen  uyanınca  Tevfik i ara seni alır dedi yok ben senle uyanırım gelirim dedim peki ben seni  İrfan Ural ın dükkânına bırakırım dedi uyuduk sabah İrfan Ural ın müzik aletleri sattığı dükkânına gittim bol  bol konuştuk saat 14.00 gibi  geldi Tevfik kardeşim Hatay ın kendine has yemekleri ni yapan eski püskü bir mekan dı ama lezzetli yemekleri olan bir yere gittik yedik içtik ben Adnan arkadaşıma uğramak istiyorum dedim hemen götürdüler Yengem seferber oldu nasıl ağırlayacaklarını  şaşırdılar çok onurlandım Adnan çok güven veren biri ve birbirine çok tutkun bir aile ye sahip  O gecemi de  Adnan da geçirdim sabahladık desem yeri var  evet bugün programımda  başka tarihi yerleri gezmek vardı Tarihi Uzun çarşısını ve  El mikdat Türbesini dolaştım çok güzeldi  yavaş yavaş yorulmaya başlamıştım ama Nebil  Rahuma nın mezarını ziyaret etmeden gelmek  beni üzer dedim günler yetmeyecek düşüncesindeydim  Mehmet arkadaşı çağırdım beraberce Nebilin temsili kabrine ve diger yoldaşların kabirlerine gidip ziyaretimi gerçekleştirdim. Tekrar Mihriban bacıma döndüm bir gece daha kaldım Cuma döneceğim dedim  o gece  Tevfik kardeşimi çağırdık son sohbetlerimizi yaptık Mihriban bacım Tevfik Hüseyin hocama  arabada yer ayırt Cuma gitmek ister bir yarınımız var gezmediğiniz göstermediğiniz yer varsa oraları da yarın gezdirin  dedi Evet dedi Tevfik ben en güzelleri en sona sakladım abla yarın hocamı Harbiyeyi gezdireceğim Defna nın güzelliklerini gösterip orada güzel bir yemek yiyeceğiz hocamda anı olarak kalsın dedi  Tevfik evden çıkıp Terminale gitti biletimi almış geldi biletimi bana teslim etti Sabah Mihriban bacım ailesi ve komşularla vedalaştım (NOT: Geliş biletimin ücretini ben dönüşümü Mihriban bacım verdi  YANİ: Cahit ÇELİK in  dediği gibi kimse kimsenin uçak biletini almadı kimsenin de böyle talebi olmadı derler ya kişinin zikri neyse fikride o ) Evet Hatay ın Harbiye si nde defna diye muhteşem bir  koruluğu var her yerden sular akıyor  üzerine kurulan   yerlere yemek yiyecek nefis yerler kurulmuş buranın güzel manzara eşliğinde Tevfik kardeşimle son görüşmelerimi yaptım kendisine bana verdiği hizmet ve zahmetlerden dolayı teşekkür ettim geç saatlerde  Adnan Arkadaşımın evine geldim oradan yola çıkacaktım  sabah kalktığımda yenge hanım çok becerikli olduğundan eşimin içli köfteyi çok sevdiğini  lafımın arasında söylemiştim aklında kalmış onu hazırlamaya başlamış koşuşturuyor du son konuşmalarımızı yaptık Adnan arkadaşıma buraya gelmeme vesile olduğu için  bu güzel izlenimleri edinmeme sebep olduğu için teşekkür ettim Tevfik ve yanında gençlerle gelip beni otobüsüme kadar götürmek üzere aldılar çok mutluydum  çok saygı gördüm tabi ki yüksel faktörüydü bu ama yinede ben ihya olmuş güzel duygu ve anılarımla  otobüse bindim döndüm Sendikacılığım dernekçiliğim milli sporculuğum Tsm sanatçılığıma rağmen ismim bilinmeyen ben Cahit Çelik in kitaplarının Hatay da satılamaması nedeniyle olay haline gelip onun anlatımıyla bütün bu güzelliklere tüy dikmiş çirkinleştirilmiş Spekilasyon lara neden olmuştur.  Anlayamadığım Hatay gezim Mihraç a ne kazandırmış  Engine ne kaybettirmiş tiki bu tantana ya neden olmuştur. Ama 33 yıldır  varlığından haber alınamayan Cahit burada kendini  ben yükseli tanıyorum sen tanımasın
Hüseyin benim sözümden çıkmaz ben onu yedirmem  Hüseyin hata yaparsa benim hatam kabul ederim gibi sözlerle kendi varlığını öne çıkarmak istemiş ama ne isa ya ne musaya yaranamamıştır  en kötüsü kendini seven saygı duyan  benim ailemin gözünde zerre kadar kalmamış yok olmuştur.

Yüksel Erişin ölümünden 33 yıl sonra Hatay'a giden Hüseyin Eriş gezi dönüşünde "HATAY GEZİM VE İZLENİMLERİM" başlıklı bir yazı yazmış. Bu yazıda, "Yıllar önce ağabeyim Yüksel ERİŞ ile çok nadir görüşüp konuşmalarımda bana Hatay ın Kültüründen ve insanlarından bahsederdi ve ola ki bir gün gidersen orada çok sevdiğim bir ailemin daha olduğunu bil ve onları mutlaka ziyaret et demesiyle bunu kendime vasiyet kabul ederek Hataya gitmeye karar verdim. Hataya gidişimde hiçbir art niyetim ve bir yerlere görüntü vermek gibi bir niyetim asla yoktu ben bir VASİYETİ yerine getirdim ve vicdani olarak rahatladım 
Biliyorum burada sadece ismini duyduğum Mihraç URAL ağabeyime bir bağlantı yapacaklardır ama ben kendisini asla tanımadım bu bir eksiklik keşke tanısaydım çok mutlu olurdum" demiş. Bilmeyenler bilsin: Yüksel Eriş illegal örgüt adına 1976 yazında Hatay'a gitmiş ve Mihrac Ural ile görüşmüş. Görüşürken, gerçek adını söylememiş, "Benim adım Süreyya!.." demiş. İşte bu Süreyya veya Yüksel Eriş, kardeşine "illegal ilişki kurduğum ailemi ziyaret et!" der mi? Diyelim ki dedi, insan bu vasiyeti yerine getirmek için 33 yıl bekler mi? Hüseyin Eriş beklemiş!
Evet, ( "illegal ilişki kurduğum ailemi ziyaret et!" der mi? ) kelimesi hariç gerçekten bu yukarıda söylediklerimin her kelimesine sahip çıkıyorum ve yüksel Ağabeyimle  konuşmayı ben yaptım  Cahit bunu yalanlayacak fikir yürütecek hakka da duyuma da sahip değil 33 yıl beklemek meselesine gelince şimdi  uygun oldu  şartlar şimdi gelişti ve Cahit e bu konuda hatta hiçbir konuda hesap vermek gibi bir derdim olmadı.


NOT: Bundan sonraki yazım Yüksel ağabeyimizin yerine koyup saygımızı ailecek kusur etmediğim ağabeyimiz Cahit ÇELİK ile dostluğumuz nereden geliyor husumetimiz  (bana göre yok) nedir nerede başladı onu anlatacağım.

16 Aralık 2011 Cuma

BİZ ERİŞ AİLESİYİZ



BİZ ERİŞ AİLESİYİZ

Babamız İdriz Mehmet annemiz Kıymet  Babam çok küçük yaşında  mübadele döneminde Yunanistan ın Selanik şehrinin maydağ ı köyünden  muhacir olarak getirilip
Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Mürefte nahiyesi Hoşköy  e yerleştirilmişiz atalarım  çok az bir mal verilerek kaderlerine bırakılmışlar dır. Yunanistan dan getirdikleri becerileri olan  tütüncülük üzümcülük ve Tuğla kiremit işleri ile uğraşmak suretiyle hayatlarını idame ettirmeye ve bizleri okutmaya çalışmışlardır. Babamlar çok kalabalık kardeşler olması nedeni ile de evlenen kardeşe yok denecek kadar mal düşmesinden dolayı babam sürekli  başkalarının üzüm bağlarında çalışmış yeteri kadar köyde iş bulunamamasından dolayı Bozca ada  ve İznik  gibi değişik üzümcülük yapan yerlere gidip evimizin ekmeğini kazanmaya çalışırdı  Babamın kardeşlerinden biri

 (Ali Eriş) Kepir tepe Öğretmen okulu mezunu ve tüm sülalemizin İdolü olmuştur  Çok fakir olmamıza rağmen babam çocuklarının okumasını isteyen aydın görüşlü dünyanın en namuslu  dürüst insanıdır. Ablalarım biri küçük evlendiğinden onun bir küçüğü okumak istemesine rağmen ev de çocukların büyümesi konusunda anneme yardıma ihtiyaç olduğundan o hakkı kaybolmuştur. O dönemde  ağabeyim Yüksel  ilk okulu bitirmiş orta okula gitmesi gerekmektedir ama Orta okul nahiyemiz Mürefte de    dir. O dönemlerde köyler arası araç sadece  atlar ile sağlanırdı bizim at alacak kadar paramızda yoktu bir merkep imiz vardı  Nahiye ile  Köyümüzün arası 9 km dir bu iki köyü  bir birinden ayıran bir yerde bir  derin  akarsu olan dere vardı.  Bu dere kışın öyle  coşardı ki  hayvanla  karşıdan karşıya geçmek mümkün değildi.
İşte böyle bir dönemde Babam her şeye  rağmen Yüksel Ağabeyimi okutma kararı aldı .Ağabeyim  Mürefte de Orta okula yazdırıldı ama benim fedakar babam o anlatığım derenin  kayaları  ağaçları  kökünden sökerek akan sularının içerisine  beline kadar girmek suretiyle ağabeyim Yükseli sabah akşam sırtına alarak karşıdan karşıya geçirmek suretiyle okutmaya çalışmış  ve  okulunu bitirmesini sağlamıştır .
                                         NOT: Yüksel Ağabeyimi ve kendimi ayrı bir  yazımda anlatacağım.

Köyün ileri gelenlerinden öğrendiğim Annemin babası (İsmini aldığım ) Hüseyin dedem Alevi kökenli imiş. Babam askerlik dönüşü cami ortamına girmiş o denli kendini kaptırmış ki  bağa bahçeye giderken babamın mırıldandığını duyar şarkı söylüyor sanıyordum meğer babam kuran ı kerimi o kadar ezberlemiş ki istediğin ayeti istediğin sayfayı sor sana hemen okusun o denli Müslüman dır. Ha bu arada söylemeden duramayacağım sesi son derece güzel olduğundan köyün resmi imamı olmadığı zamanlarda halen köyün imamı vazifesini ifa ediyor.
Daha ilerdi de yazacağım ağabeyim Yüksel  ve  ben kendimizin ataist olduğumuzu çeşitli vesilelerle babamıza  belirtmemize rağmen bir kez olsun babamız bize baskı yapmamış telkinde bulunmamıştır Müslümanlığın bütün  bilgileriyle donatır anlatır ama asla baskı yapmaz dı . Müslümanlık baskı aracı değil gönül meselesidir inanmak şarttır inanmayan inanırmış gibi yapması en büyük günahtır derdi.
Babamın askere gidene kadar her genç gibi azda olsa  alkol aldığı duyumunu aldığım babam
 askerlik dönüşü sonrası asla  alkol almamış  defalarca bizlere zararlarını anlatır ama asla  engel olmazdı. hatta dışarılarda rezil olacağınıza gelin anneniz sofranızı kursun  evde yapın eğlencenizi derdi  Sigarayı asla saygısızlık olarak kabul etmez saklanmasının yanlışlığından  ama ille de zararlarından uzun uzun bahsederdi. Ağabeyim  orta okulu bitirdiğinde ben ilk okulu bitirmiş ortaya  gitmeye hazırlanıyor çok ta ısrar ediyordum
Bir gece tüm ailem toplanıp karar aşamasına geldik Babam Çocuklar ben yüksel e orta okulu bitirttim ama her sabah O derenin soğuk sularına girerek yükseli karşıdan karsıya geçirmek suretiyle okuttum.Bakın  vücüdumun her tarafı  ağrıyor artık kaldıramıyorum tabi ki Hüseyin in de hakkı okumak Ama  ille de okumam gerekiyor derse onun içinde gayret ederim  ama bu iki türlü zor  1.birincisi ikinizi okutacak kadar maddi gücüm yok  2.Hüseyin okula başlarsa yüksel  Öğretmen okuluna gidemez  eğitimi  yarim kalır bunu yüksele yapmayalı.
  Hüseyin i de kendi becerisine göre  bir iş e verelim  derim diye tarafını belli etmişti  ne dersiniz diye de sormuştu.
  Ağabeyim ben okulu bitirirsem Hüseyin in tüm yükünü ben üstlenirim kardeşim engelli bunca yolu  çekip bu soğukları  kaldırıp devam edemez  demişti ve ailem bu yönde kara alıp meseleyi sonuçlandırmıştı
Bu karar benimde mantığıma uyduğundan kabul etmiştim ama orada beni en çok memnun eden konumsa ağabeyimin  beni himayesine almış olması idi  çünkü herkes Allaha tapar  ben ağabeyim e tapacak kadar inanır ve severdim.
Ağabeyim Edirne  erkek ilk Öğretmen okulunu kazandı. Hatırlıyorum da  ailemizde hatta sülalemizde Bayram havası esmişti öyle ya köyün o kadar zengin çocukları  hiç kazanamazken bizim oğlumuz köye bir dahaki gelişinde Öğretmen olarak gelecekti. O zamanları bilenler bilir muallim  yani öğretmen olmak baya makbul ve saygın bir meslekti.
Derken Bir bayramdı  yan komşumuzun Marmara Ereğlisi n den  bir akrabası vardı İstanbul da Buzdolabı işinde çalışan bir oğlu varmış o gence  ablamı istemeye gelmişlerdi o zamana kadar bizim bursa hariç hiçbir İl de akrabamız yoktu ve köy dışına hiç çıkmamıştım. Bir sonraki görüşmede Ablam Gülşen i Veysel isimli o gence verdiler  Ben ablamın gelin arabasıyla İstanbul a ilk adımımı attım ama bu adım tüm ailemin bir gün İstanbullu olacağını hiç düşünememiştim.Evet Veysel eniştemiz sade bizim ailemize değil köyün birçok gencinin bu vesileyle İstanbullu olacağı kimin aklına gelirdi ki neyse Bende İstanbul a gidip ailemin verdiği karar gereği  bir işe başladım (Kendimi sonra anlatacağımdan  buraları bu kadarla geçiyorum)
Zaman öyle akıyordu ki yukarıda konuştuğumuz  okul dönemlerinde  doğan  kardeşim Faruk Orta okul Çağına  diğer kardeşim Mesut ilk okulda okuyorlardı kardeşlerimin köyde kalmasının orada okumalarının doğru olmadığını söyleyen ve Babamlarında  İstanbul a taşınmalarının gereğini söyleyen ağabeyimin  lafını dinleyen babam Eniştemin de yardımıyla İstanbula Taşındı Oda  bir fırında  işe başlayıp Emekli olana kadar çalıştı Kardeşlerim okudu biri muhasebeci diğeri reklam işiyle iştigal ediyorlar .
Bu arada  Yüksel ağabeyimin gençlik hareketleri içerisinde olması  ve  1977 deki elim Ölümü  benim sendika yıllarım ve  1980 darbesinde içeriye girmem kardeşlerimin askerliği derken yıllarca sırtında yükü olduğumuz  babamın belini hayatın yorgunluğu iyice büktü ve emekli olur olmazda Annem ve Babam tekrar köye döndü acılar ve hayat onları öylesine yordu ki sanki hayattan kaçarcasına eski toprağına Köyümüze yerleşti  Şuan 91  yaşında olan Babam 88 yaşında olan annem her şeye rağmen bizlerden hiç hayıflanmadı bizlerde onların bize gösterdiği saygı  sevgi anlayış ve güzelliklere sadık kaldık mahallemizde her zaman imrenerek söz edilen gençler  olduk bununla gurur duyuyorum. Belki biraz romansı belki biraz geniş anlatımlı oldu ama
Ağabeyim ve beni bir şekilde konuşanların  ailemi ve bizleri tanıyıp ta konuşmaları için bunları yazdım    onlara itaf olunur.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Ben Hüseyin Eriş




Altı çocuklu fakir bir ailenin Dördüncü çocuğu olarak 16.06.1954 tarihinde Tekirdağ ili Şarköy ilçesi Mürefte nahiyesinin Hoşköy ünde Dünyaya gelmişim.

Daha çok küçükken geçirdiğim bir rahatsızlık (kara öksürük) nedeniyle yatırıldığım vakıf guraba hasta hanesinde stajyer doktorların kobayı olmam nedeniyle (doktor hatası sonucu ) engelli kalmışım. Halk dilinde “kambur” tıp diliyle "skalyos "denilen görüntümle hayat boyu yaşamaya mahkûm edildim.
Yoksulluğuna rağmen birbirine sıkı sıkıya bağlı sevgi dolu bir ailemin varlığı beni bu engelli konumumu en azından kafamda aşmamı sağladı.

İlkokula başladığım yıllarda tam dik yürüyemiyor dizlerime dayanmak suretiyle okuluma gidip geliyordum. Topluma karışmak arkadaş ve cevre edinme mücadelem okulumda birazda zeki olmam hem öğretmenlerim hem arkadaşlarım tarafından sempati toplamama neden oluyor bana da manevi cesaret veriyordu.

Daha birinci sınıfta gazete okuyacak konuma gelmem ve mevcut görünümden dolayı köye gelen pazarcıların sevgilisi oldum bana gazete okutuyorlar ve tezgâhlar açılırken onlara elimden geldiğince yardım ediyor olmam dolayısı ile okul harçlığımı çıkarabiliyordum.

Üçüncü sınıftayken dizlerime tutunmadan yürümeye başlamış hatta koşar oyunlar oynamaya başlamıştım. Müreftede okuyan ve okuduğu için ailemizin medarı iftiharı gözbebeği olan ağabeyime özenir onun gibi yüksek okullarda okumayı hayal ediyordum.

İlkokulu bitirdiğim de Yüksel ağabeyim ortaokulu bitirmiş Edirne Erkek Öğretme okulun kazanmış tı. Bende okumak için ailemden talepte bulunmuştum ama kendimde biliyordum ki hayat benim için engelsizler kadar adil değildi. Ben her ne kadar ayaklarımın üzerine dikile bilsem dayanmadan yürüyebilsem de Azgın akan dereleri aşacak her gün 9 km yürüyecek kadar da sağlıklı değildim ayrıca ailem çok yoksuldu zaten ağabeyimi bin bir zorluklarla okutmuşlar ayrıca iki öğrenci okutacak konumda değillerdi.

Ailem benim konumuma uygun bir iş sahibi olmam konusunda hem fikir olmuş karar vermişti aslında benim içinde en uygun olanı buydu O sırada ağabeyim akıl ve yüreğinin güzelliğini ortaya koyarak beni kırmadan ikna yolu olan ve beni de ikna eden kelimesini kullandı (Ben okulumu kazanıp öğretmen olursam kardeşimin tüm yükünü ben üstleneceğim dedi. Hayatta tek taptığım her hareketine her kelimesine hayran olduğum ağabeyim beni o gün bir kez daha mutlu etmişti.

Gülsen ablamın evlenip beni de İstanbula almasıyla 1967 yılında İstanbul a yeni bir hayata adım atmıştım. Dayımın oğlu Beyoğlu’nda Terzide çalışıyordu işçiye ihtiyaç varmış beni yanına aldırdı iş hayatına başlamış oldum ama engelli oluşum işimden olmama neden oldu. Ama çok beklemeden Yine Beyoğlu nda bir hazır giyim atölyesinde iş buldum sahibi eniştemin arkadaşıydı bana çok fazla dikkat etmiyor çalışmama engel olmuyordu.
O atölyede çok sevdiğim benimle çok ilgilenen Kasımpaşa da spor salonu olan JUDO Antrenörü (Hikmet KOZBE ) isimli makineci bir ustam vardı benim engelimin iyi olabileceğini rahat hareketler yapabileceğimi sporcu bile olabileceğimi söyledi itiraz ettim ama gidip izlemekten de kendimi alamamıştım Spor (judo) çok hoşuma gitmişti korka sıkıla kaydımı yaptırmıştım. Yer hareketleri hariç tüm hareketleri diğer sağlıklı arkadaşlarım kadar başarılı yapar oldum üç ay sonra belimde ayrı kalmamış ayaktaki tüm hareketleri kolaylıkla yapar ve arkadaşlarımı yere yıkar olmuştum çok başarılıydım müsabık olamasam da teknikleri çok iyi bilmem nedeniyle hocam beni yardımcı çalıştırıcı ilan etmişti ve 1969 yılında kahverengi kemere kadar yükselmiştim.

1970 yılında Türkiye ye gelen bir Japon hocanın İstanbul da açtığı kursa katılıp Siyah kemerimi almıştım. Bir yandan Konfeksiyonda çalışıp bir yandan Sporuma devam ediyordum Hocam Hikmet Kozbe yurt dışına gitme kararı alıp salonumuz kapanınca Sarıyer Halk eğitim merkezine müracaat edip Eğitmenlik yapmak Judo sporunu öğretmek istediğimi belirtim. Bu H.E.Merkezinde Nejat Uygur Tiyatro Arslan Sağlam hocalar taekwondo kimileri karate kimileri İngilizce öğretiyor seans seans dersler yapılıyordu Bana da Judo öğretmem için haftada iki seans verilmişti. Çalışmalara başlamıştım bir müddet az bir öğrenciyle devam ettim ama Taekwondo Sporu gözüme daha hoş gelmeye başlamıştı Arslan hocamla konuşup Taekwondo ya başladım Salon dışında kar üzerinde dağda tepede yalın ayak spor yapıyorduk ben her harekete katılır yapmaya çalışıyordum. Kısmet bu ya Halk eğitim merkezi eski olduğundan yıkılma kararı alındı Tüm branşlar dışarıda kalmıştık Son imtihanımda kırmızı kemer olmuştum benden bir ve iki kuşak yüksek olan arkadaşlarım hep boşta kalmışlardı (Mustafa Civelek Tamer Taşpınar Yılmaz Aydın. Hüseyin Ekinci ) gibi benden bir üst kemer olan ve gerçekten çok iyi başarılı sporcular olan bu arkadaşlarıma çalışmaları imkânı sağlamak için İkamet ettiğim Feriköy semtinin Spor kulübü olan “ Feriköy Spor Kulübüne müracaat ettim ve kabul edildi orada çalışmalarıma başladım Sarıyer den gelen arkadaşlar benim kadar dayanıklı çıkmadı Sarıyer den gelip gitmek onlara zor geldi ben tek çalıştırıcı olarak Feriköy deki çalışmalarımı sürdürdüm Teakwondo ATF sisteminden WTF sistemine geçince İstanbul da resmi siyah kemerli kimse kalmamış yeni sitemin kursunu alıp imtihana girenler Resmi siyah kemerli olmuştu ve bu kişilerden biri de ben oldum. Hem Hakem hem Antrenör hem de ilk siyah kemer mertebesindeydim artık.

Feriköy Spor Kulübünde yetişen talebelerim Her girdikleri şampiyonalarda madalyalar alıyor bütün dikkatleri Salonumuza ve bana çekiyorlardı. Kardeşim küçük olmasına rağmen en iyi yardımcımdı Mesut çok başarılıydı hareketli ve atletikti ben bilgim zekâm ile Kardeşim Mesut hareket müsabık yanıyla çok iyi ikiliydik Spor hayatım 32 yıl devam etti halen "Milli Hakem ve Antrenör 5.Dan" (5.siyah kemer)sahibi ömür boyu her müsabakalara serbest giriş kartı sahibiyim onlarca Türkiye Şampiyonu yetiştirdim ve Biri Olimpiyat ikincisi ve Avrupa Şampiyonu( Züleyha TAN diğeri Avrupa Şampiyonu olan Arzu Tan isimli Şampiyonları bizzat kendim yetiştirip şampiyon yaptım.

Ağabeyim İstanbul a geldikçe görüşüyorduk yolda bir yere giderken yolda herkesle selamlaşmama şaşırıyor sen bunca insanı nasıl etkiliyorsun senle yolda yürümek ne kadar zor insan ilişkilerinde de senle iftihar ediyorum diyordu ağabeyim Gazi eğitim Ensütüsünde okuyordu geldikçe Konfeksiyondan spordan ve onlara dayalı sosyal konulardan konuşurduk beni okuldan tanıdığı bazı arkadaşlarıyla tanıştırmıştı şişlide bir pasajından santralde çalışan bir arkadaşı ve ressam bir arkadaşı ve okulda okuyan birkaç kişiyle tanıştım konuşmalar beni etkilemeye beni örgütlü çalışmaya itmiş sınıf bilincimi vermeye başlamıştı. Ben derneklere gider sendikal çalışmalara katılmaya başlamıştım.

Bir zaman Devrimci olmak belki övünmek için önemliydi ama Deniz Gezmişlerin ölümünden sonra sakınca arz etmeye başlamıştı ben sporda olduğu gibi bu konuda da ilişki kurmaya çalışırken Ağabeyim yüksel beni bir gece kenara çekip sakın yanlış anlama senden benim bir ricam var bu benim ve arkadaşlarım için çok önemli senin benim arkadaşlarımdan uzak olman gerekmekte Engelli olman değil ama engelinin her yerde tanınması nedeniyle bu alandan uzak olmalısın dedi. Ama bu devrimci sosyalist olmayacağın anlamına gelmiyor sen işçisin emekçisin kendi alanında sürdürmelisin mücadeleni deyip hem kırmamak hem de ikna ya çalışmıştı dedim ya zaten her kelimesi benim için kanun saydığım ağabeyim aslında bana birde misyon yüklemişti. Ben mesajı almıştım zaten ağabeyim vasıtasıyla ilişkide olduğum DİSK e bağlı Devrimci sağlık iş sendikasına gider gelirken Bağımsız Çağdaş maden iş Sendikasında çalışmam gerektiği ve yönetimde yer almam önerildi kabul ettim çalıştım.

Grevlerde toplu sözleşmelerde yer aldım ama bu alan benim alanım değildi ben hazır giyim işçisiydim ve tekstil iş kolu benim alanım olmalıydı bizim etkimizin olduğu üç sendikadan biride Bağımsız Çağdaş Tekstil iş ti ve Aksaray da çalışmalarını sürdürmekteydi bu sendikaya girerek burada çalışmalarımı sürdürmeye başladım yıl 1977 yılbaşı gecesiydi ağabeyim de gelmişti tüm ailem bir arada güzel bir yılbaşı geçirmiştik ağabeyim birkaç gün daha kalmış kendisiyle güzel günler geçirmiştim.

Bir sabah kalktı ben artık gidiyorum dedi bir siyah evrak çantası vardı onu odasında hazırlıyordu odasına ani giriş yaptım elinde uzun metal bir şey vardı onu çantaya koyarken o nedir diye sordum bazen olaylara rast geliyorum kendimi korumak için elektrikli cop demişti ve ben ağabeyimde ilk defa silah denebilirse bunu gördüm o bir beyefendi o bir eğitmen o bir önderdi ama hiç silah görmemiştim kendisinde ve 20 dk sonra ben uzun süre gelemeye bilirim benden haber almadan benden gelecek hiçbir habere inanmayın beni biliyorsunuz tam teşhis etmeden kimseye güvenmeyin demiş evden çıkmıştı 1977 Ocak ayının 20 siydi gece haberlerinde Trabzon da bir gurup Öğretmenin kaldığı evde patlama olduğu haberleri okunuyordu tabi bizim aklımıza ağabey iminde orada olabileceği aklımızın ucundan dahi geçmiyordu o gece dinlediğimiz o haberi çok önemsemedik sabah 21. Ocak bütün gazeteler bu haberi kapak yapmıştı yine aklımıza gelmedi iki üç gün sonra bir polisin gelip haber vermesiyle dünyamız yıkılmış ne yapacağımızı bilememiştik (diğer bilgileri Yüksel ağabeyim i yazarken anlatacağım.) Hayat devam ediyordu annem babam kardeşlerim bir türlü bu acıyı kabullenemiyorduk o zaman yemin etmiştim ki ağabeyimin diktiği bayrağı son nefesime kadar kendimce taşıyacak sivil toplum örgütlerinin aldığı resmi gayri resmi her eylemde yer alacak kendi misyonumu devam ettirecektim.



Böylede yapıyorum
1. Mayıs geldi çattı yüreğimin acısıyla ağabeyimin resmini kaptığım gibi alanlara katıldım o kanlı 1.Mayıs birçok insanımızın canına mal olduğu gibi ülkemizdeki azda olsa var olan özgürlüğe vurulan pranganın karar gün ve sendikal mücadelenin bitişi oldu 1979 yılında Aksara da olan sendikamızı Tünele taşıdık yeni bir kongre yapmak suretiyle çalışmalarımıza başladık. Birkaç işyerinde yaptığımız örgütlenmeler sürerken 12.Eylül 1980 Darbesi gerçekleştirildi tüm parti sendika dernek ve sivil toplum örgüt yöneticileri toplanmış teslim olmayan yöneticilerin babaları anneleri alınmış teslim olana kadar hiç kimseden haber alınamıyordu ben Hasdal a götürülmek üzere alınıp Okmeydanı hastane si arkasında bir örgenci yurdunda bekletildim birçok yönetici ile beraber Hasdal askeriyesine topçu taburuna yerleştirildik üç ay gözaltı burada geçerken üç ay daha uzatıldı sorgular başlamış hepimizi önce Selimiye ye yer olmadığı için metrise büyük zülüm ler içinde gecen altıncı ayda tamam artık mahkeme başlar derken üç ay daha uzatıldı gözaltı Davut paşa hapishanesine naklimiz gerçekleşti Askeri atların ahırları boşaltılıp ranzalar konulmuş tuvaletlerin kapısının olmadı lağımın aktığı odalarda yayıyor her gün Davutpaşanın Meşhur (Hünkâr Kasrı olarak inşa edilen Otağ-ı Hümayun) av köşkünde sorguya alınıp ayakta duramayacak vaziyetlerde koğuşlara dönüyorduk hem yarası beresi olan dostlarım yaralarının iyileştirilmesi hem ayakta kalabilmek adına 600 üzerinde DİSK ve Bağımsız sendikacının bulunduğu bu yerde her sabah arkadaşlarımın sağlıklı kalabilmesi için tüm koridor boydan boya herkese Sabah sporu yaptırıyordum . Mahkeme günleri gelip çatmış aradan 16 ay geçmişti ki benim ilk mahkemem başlamıştı ilk mahkemem künyemin tanınmasıyla geçti bir ay sonraya duruşmam vardı hiçbir eylemim yok hiçbir gayrı resmi faaliyeti olmayan sendikamın iddianamesi benim Türkiye de ki tüm siyasi örgütlerin ( İ.K.D ) dahil lideri olduğumu Rusya’da ki yazılan özel el yazmaların sahibi olduğum gibi bir iddianameydi bu iddianameyi gören hakim hiddetle hangi cahil böyle bir iddia name hazırlar Töbe haşa yukardan aşağıya Allah inse bunları bir araya getiremez bu adam mı getirmiş? Hadi bunları anladıkta kadınlar derneği ni demi bu yönetiyor pes ya peeees nelerle uğraşıyoruz deyip beraatıma karar vermiştir.



1981 sonlarına doğru özgürlüğüme kavuşmuştum yaşım 30 olmuştu her gün polise imza atmak derdinden kurtulmak Adına Ailem evlenmeme karar verdi ben sendikacılık defterini iddianamem gereği sonlandırmış Bildiğim sporum Taekwondo vasıtası ile ekmek paramı kazanmaya başladım 1983 yılında görücü usulü ile şimdiki eşim Zeynep ile dünya evine girdim 1985 yılında bir kızım oldu ismini Sendikamın ismi olan Çağdaş annesinin isteği Duygu (Çağdaş duygu ) koyduk 1990 yılında ikinci kızım (Evrim ) dünyaya geldi geçmişte uğruna hapisler yatıp uğruna Grevlerde dayak yediğim Emekçi kardeşlerim ne hapishane de kader paylaştığım arkadaşlarım Nede Yüksel ağabeyimin arkadaşlarım dediği ve hala yükseli kendine malzeme yapan yoldaşları bizim perişan halimize yardımcı olmamış ben içerideyken ve çıktıktan sonra bile aileme sahip çıkmamıştır. Ta ki Şişli belediyesine belediye Başkanı olan Burjuva sosyete deyip alay edilen Sayın Fatma GİRİK sahip çıkmış bana kütüphanede iş vermiş ekmeğimi kazanmaya çocuklarıma ekmek götürmeme vesile olmuştur.


1990 da girdiğim Şişli belediyesinden 2002 de emekli oldum. Emekli olana kadar engellilerle ilgili hiçbir konuda çalışma yapmamıştım emekli olduğumda “Alternatif süreç “ isimli bir yerel gazetede Spor yazıları yazarken Beyoğlu bedensel engelliler derneği Başkanıyla tanıştım Benim yönetime girmemi önerdi evet müsait tim ve engellilerde bu hayatın bir parçasıdır ve sivil toplum örgütüdür bundan sonraki çalışmalarıma bu alanda yürütmek adına yapılan kongreye katıldım ve Yönetime seçildim bu alanda federasyon genel merkez ve değişik derneklerde engelli vatandaşlarımın yasal işlemleri konusunda ve hayata katılmaları konusunda çalışmalarımı sürdürmeye devam edeceğim. Yaşımız 56 olması yani artık hareket olanağımızın kısıtlı olması nedeniyle Spor çalışmalarıma son vermiş Bu boşluğu Şişli Türk Sanat Musikisi Derneğinin çalışmalarına dernek yöneticisi Korist ve solist olarak katılıyor arada konserler vererek devam ediyorum.

Devrimci 78 liler Federasyonu İstanbul gurubuyla Devrimci değerlerimizin (hiçbir gurup gözetmeksizin) gün yüzüne çıkarılıp müze oluşturup gelecek kuşaklara taşınması hususunda ki çalışmalara katkı sunuyor Yıllardır süren Cumartesi annelerine (Göz altında kayıplar)a destek verip 12. Eylülleri  30 mart kızıldere katliamını 1.Mayısları
6 Mayısları hiç unutmayacak unutturmayacağım.ve değerlerimizin önem arz eden ve katılmam gereken her yere gücümün yetiğince katılıyor katılacağım bu benim kendime olan saygım değerlerime verdiğim sözümdür onurumdur.

Yüksel eriş ve ilker akmanlar için söylenen marş




Gerillalar vurdu dağa
Dağ yarıldı boydan boya

Faşist cellat girdi köye
Dayan İLKER AKMAN dayan

Gökte uçan faşist kazlar
Beylerderesini izler

Nişan nişan hedef gözler
Dayan ZİYA GÜNEŞ dayan
Malatya'dan kalkan ordu
Beylerderesi'ne kondu

Kuru dere kana kandı
Dayan HASAN BASRİ dayan

Evin önü bahçe bağlar
Arkasında sıra dağlar

Gerillalar fitil bağlar
Dayan YÜKSEL ERİŞ dayan

7 Aralık 2011 Çarşamba

Yüksel eriş.




                          YÜKSEL ERİŞ

                                            1950 - 22 OCAK 1977    


1950 yılında Tekirdağ'ın Şarköy ilçesinde doğdu. Devrimci mücadeleye, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Müzik bölümüne girdikten sonra aktif olarak katıldı. 30 Mart 1972'deki Kızıldere olayından sonra THKP-C'nin yeniden örgütlenmesinde etkin olarak çalıştı. 1974 yılına kadar ülkenin değişik yerlerinde örgütlenme çalışmalarını sürdürdü.
   

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Halkın Devrimci Öncüleri'nin kurucularından olan Yüksel yoldaş, ülkenin değişik bölgelerinde örgütcü ve yönetici olarak görev yaptı. 1976 yılına kadar sürdürdüğü Güney Anadolu bölge yöneticiliğinden Karadeniz bölge yöneticiliğine atandı ve kır gerillasının stratejik hazırlıklarını yönetti. THKP-C/HDÖ Merkez Yönetim Komitesi üyesi olarak “26 Ocak Harekâtı” için bulunduğu Trabzon'da 22 Ocak 1977 günü yaşamını yitirmiştir.